Kategoriler
sandık

Bay Z

Çalar saatin çığlıklarını, yumruk yaptığı sağ elini savurarak susturdu. Başının, başarısız korku filmlerindeki mutant karıncalar tarafından kemirildiğini düşünüyordu. Bu denli şiddetli ağrının her oluşumunda, yüz üstü uzandığı yatağında kıvrılır, başını yastığın altına geçirir ve küfürler savururdu. Güneş ışıklarının, ahşap çerçeveli pencereleri kapatan, bej rengi, ipek güneşliklere tacizi devam ederken, bir çift ayak sesi duydu. Kapısı açıldı ve biri içeride şarkılar mırıldanarak gezmeye başladı. ‘Lanet olsun’, diye geçirdi içinden, ‘burası benim odam ve en azından bir kapı tıklatılmasını hakkediyorum’. Bu esnada kornişin içinden kayan ruletin sesi tüm odayı doldurdu. Ardından güneş, ışıklarıyla odayı bir kaleyi fetheder gibi ele geçirdi.

“Bu, kırdığınız dördüncü saat.”

Başını yastığın altında hafif kaydırıp Bayan E’yi görmeye çalıştı. Ellerini beline koymuş, sol ayağını öne atmış ve ritmle yere vuruyordu. Tık tık tık tık… Kırklı yaşlarda, düzenli ve disiplinli biriydi Bayan E. Ara sıra, tüm evi çekip çevirirken, aynı zamanda akşam yemeğinin hazır olmasına, kahve servislerinin aksamamasına şaşırsa da, Z kendi tembelliğinden dolayı bunu gözünde büyüttüğünü kabul ediyordu artık. Şimdi ise, karşısında dikilmiş, kalkmasını bekliyordu. Bayan E ile her ne kadar anlaşamasa da, uzun süredir beraber oldukları için aralarında yapmacık bir samimiyet vardı. Buna rağmen E’yi sevdiğini, en azından işine saygı duyduğunu biliyordu. Keşke biraz daha az konuşsa diye düşündüğü de oluyordu. Başını öne doğru kaydırarak yastıktan, boğuk sesiyle cevap verdi. Ses tonundaki sıkıntı açıkça belli oluyordu.

“Parasını ben ödüyorum.”

“Temizliğini de ben yapıyorum.”

“Onun da parasını ben veriyorum.”

Bu konuşmanın saatlerce böyle süreceğine eminmiş gibi gülümsedi Bayan E.

“Kalkma saatiniz Bay Z.”

“Başım ağrıyor.”

“Kahvaltınız hazır. Bir şeyler yerseniz eğer, ilaçlarınızı kullanmanıza izin vereceğim. Aksi halde bu baş ağrı…”

“Kalkıyorum E!”

Üstündeki ince pikeyi hışımla yana doğru açıp ayaklarını yatağın kenarından sarkıttı. Siyah deri terliklerine ayaklarını geçirip ağır aksak ayağa kalktı. Banyoya girdiğinde, musluğu açıp ellerini ılık suyun altında tuttu. Bu esnada aynadaki suretine daldı istemsizce. Bal köpüğü rengindeki gözlerinin etrafını kuşatmış olan mor halkalara baktı. Gür, kabarık saçlarının kenarında birikmeye başlayan aklara değdi gözleri sonra da. Daha yaşı kaçtı ki? Otuzuna varmayan biri için normal miydi? Doktoru aşırı stresten ve genetik olabileceğini söyledi ama bu durum daha çok strese sokuyordu onu. Birazdan alacağı ilacın etkisini düşündükçe de, önlenmesi planlanan ataklar daha çabuk geliyor gibiydi.

“Siz bir pesimistsiniz Bay Z.”

“Hayır”, demişti Z sessizce doktora, “gerçekçiyim”.

Suyun sesi, uykusunu getirmeye başlamıştı yine. Önceki gece aldığı ilaçların etkisi gün içinde bile devam ediyordu. Şimdi gidip uyusa Bayan E ne derdi acaba?

“Tasarruf, erdemdir efendim”, dedi E, boşa akan suyu kastederek.

“Onun da parasını ben veriyorum E.”

Derin bir şekilde nefes alıp burnundan bıraktı. Ardından kendine gelerek, avuçlarında biriken suyu yavaşça yüzüne çarptı. Banyodan çıkarken, Bayan E’nin elinde beyaz-kırmızı şeritli havluyla beklediğini gördü. Havluyu almadan yanından geçip ahşap merdivenlere yöneldi. Koyu kahverengi trabzanlara tutunarak aşağıda indi. Kahvaltı masasına oturduğunda, kendini oldukça halsiz ve yorgun hissediyordu.

“İlaçları vaktinde almıyorsunuz”, dedi Bayan E, elinde porselen, pembe çiçek işlemeli çaydanlıkla gelirken.

Cevap vermedi Z. Kurumaya başlayan nemli yüzünü, ilk defa hata yapmış bir çocuk edasıyla çatmıştı. Çatalını eline almış, sanki bir leke arar gibi dikkatlice inceliyordu.

“Geçen gün gelen kadınla ilgili, değil mi?” dedi Bayan E bu defa. Z’nin yanında durmuş, fincanına çayını dolduruyordu.

Z başını yavaşça döndürüp Bayan E’nin gözlerine dikti sarı gözlerini. E ise, tek kaşı havada, zafer kazanmış bir asker gibi tebessüm ediyordu. Z yüzünü tekrar kahvaltı masasına döndürdüğünde o günü hatırladı yeniden.

Daldığı soğuk ve derin denizden onu yine E kurtardı. O da masaya oturmuş, kahvaltı yapmaya hazırlanıyordu.

“Çayınız soğuyor Bay Z.”

Derin bir iç çekti Z ama birden alnını çattı.

“Ne dedin?”

“Çayınızın soğuduğunu söyledim efendim.”

“Ondan sonra!”

“Bir şey demedim efendim”. Bayan E tedirgin olmuştu. Doktoru bu ani çıkışlarının olabileceğini belirtmişti.

“Lanet olsun E! Ne dedin bana az önce, kelimesi kelimesine söyle”! Tüm ev, Z’nin bağırmasıyla yankılanmıştı.

“Çayınız soğuyor-Bay… Z…”

Derin derin nefes alıp bıraktı Z. E’nin gözlerine baktı çocuksu bir masumlukla.

“Özür dilerim.”

“Sorun değil, efendim.”

Z, bıçağını portakal marmelatına daldırırken aynı ses, kulaklarında yankılanıyordu.

“Çayın soğuyor A!”

“İçiyorum anne!”