Doktor M ve Doktor V, Müdür A’nın sürdüğü aracın arkasında oturuyorlardı. Koltuklara kaplanan siyah derinin kokusu, aracı doldurmuş durumdaydı. Toprak kokusunun yoğunluğu bu kokuyu bastırıyor gibi olsa da, camların kapalı olması bunu azaltıyordu. Yolun sağından, elli kilometre hızla gidiyorlardı. Sileceklerin camda kayarken çıkardığı sese, gök gürültüsü eşlik ederken, görsel perdeye yıldırımların anlık parlamaları katkı sağlıyordu. Asfalt zeminde biriken yağmur suyunun, tekerlekler tarafından yarıldığında çıkardığı ses, arka fonetiği zenginleştiriyordu. Aracın tavanına saldırır gibi inen yağmur taneleri, radyoda çalan ezgilerin duyulmasını güçleştiriyordu.
Keskin bir viraj sonrası, yolun ilerisinde duran sarı zeminli tabelayı farketti A. Yolun kapalı olduğunu belirtiyordu bu tabela gelenlere. A frene dokunarak yavaşladı ve yazıyı okuyunca tamamen durdu. Lanet okuyarak vites değiştirdi ve geldiği istikamete döndürdü aracın yüzünü. Az önce geçtikleri virajı geçtiklerinde aynı tabelayı gördü. Şaşkınlık ve ürpertiyle durdurdu arabayı. M ve V ise; neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Araçtan inerek, deri paltosunun yakasını kaldırdı ve tabelanın olduğu yere doğru yürüdü hızlı adımlarla. Bir eliyle yakasını birleştirmişti, diğer eli ise, paltosunun cebindeydi. Araç farlarının vurduğu tabeşanın arkasına baktı dikkatle. Yol, enine bir çukurla kaplıydı. Bu yoldan geçmesi imkansızdı. Yağmurun dolması sebebiyle kıstığı gözlerinde parıldayan merakla araca doğru koştu. Kapıyı açarak içeri girdi ve sertçe kapatarak arkasını döndü.
“Şu lanet yolu az önce geçmemiş miydik?” dedi, sesinin tonunu şaşkınlık esir almıştı.
M, yüzü asık bir şekilde arkasını dönerek, yolun diğer tarafına baktı. V ise, dudaklarını bükerek neler olduğunu anlamaya çalışır gibi sürekli etrafa bakıyordu.
Aracı tekrar çalıştırıp ilk tabelayı gördükleri yere çevirdi aracı A. Virajı döndüğünde, tabelayı görür görmez, frene sertçe bastı.
“Neler oluyor?” diye haykırdı, bu defa hissedilen şey korkuydu sadece.
M, aracın motorunun susmasıyla, kapısını açarak aşağı indi. O da kahverengi paltosunun yakasını kaldırmış, etrafa bakınıyordu. V ve A da onunla beraber inmişler, şiddetli yağmurun altında, başlarını devamlı çeviriyorlardı. Yolun sağ ve solu tamamen ağaçlarla kaplıydı. Uzun ve sık ağaçlar…
“Ormana doğru gitmeliyiz,” dedi M. Gözleriyle bir noktaya kilitlenmişti. V kafasını iki yana sallarken, M adımlarını ormana doğru atmıştı bile.
“M! M!”
M, karanlığın içine doğru yürüdü ve gözden kayboldu. V ve A, birbirlerine bakarak, gözleriyle anlaşmış gibi kafa salladılar. Hızlı adımlarla, M’nin yürüdüğü yola girerek, ormana daldılar. Etraflarına bakarak, seri adımlarla M’yi arıyorlardı. Biraz ileride hipnoz edilmiş gibi yürüyen M’yi gördüklerinde koşmaya başlamışlardı. Ayakkabıları çamurun içinde bata çıka koşuyorlardı. Ayakkabılarından sıçrayan çamurlar, paltolarının arkasına yapışmıştı. Sonunda M’nin yanına vardıklarında, A koluna yapışmıştı M’nin.
“Nereye gidiyorsun M?”
M cevap vermemişti. Yağmur dolayısı ile saçları ve yüzü sırılsıklam olmuştu. Biraz ileride birini gördü M. Adımlarını hızlandırdığında, orman zeminini gri sis tabakasının kapladığını fark etti. İyice yaklaştığında, bir çocuğun, üstündeki montu, ağacın dibinde titreyen sıska, yarı çıplak bir adamın üstüne örttüğünü gördü. Çocuk montu adamın üstüne örterken gülümsüyordu. Adam ise teşekkür eder gibi bakıyordu. Bir film perdesine yansıtılan görüntü gibiydi gördükleri. Şeffaf görüntülere bakakıldı M öylece ve seslendi.
“Hey!”
M’nin sesiyle çocuk ve montunu verdiği adam, yüzlerini ona doğru çevirdiler. Yüzlerinde ifadesiz bir bakış vardı ve somurtkan bir şekle bürünmüşlerdi. Yüzlerini tekrar birbirlerine döndürüp M’nin orada olmadığını varsayarak gülümsemeye devam ettiler. A ve V tedirgin bir şekilde M’nin yanına gelmişlerdi.
“Yürümeye devam et M,” derken V, başı çocuk ve adamdan yana dönüktü. A ise, göz ucuyla takip ediyordu onları. Adam ve çocuğun olduğu ağacı geçerlerken, çocuk başını kaldırıp hala kendilerine bakan A’nın gözlerine dikti gözlerini. A ise, korkuyla yüzünü çevirmiş, yola devam ediyordu.
Birkaç metre ötede başka bir çocuk görüldü. İyice yaklaştıklarında, bu çocuğun az önce geçtikleri çocuk olduğunu farkettiler. Yerde uzanmış halde yatan bir köpeğin başını okşuyordu çocuk. Dikkatle baktıklarında, köpeğin göğsünün sarılı olduğunu ve çocuğun yanında birkaç ilk yardım şişesini gördüler. Ses çıkarmadan geçeceklerken, çocuk birden arkasını dönerek elindeki kanlı bezi yere koydu. Ayağa kalktığında, köpek de onunla birlikte kalkmıştı. Köpeğin hırlamaları ve çocuğun çatık kaşları üzerlerindeyken, hızlı adımlarla, sürekli etrafı kontrol ederek yürümeye devam ettiler.
Fazla uzaklaşmamışlardı ki, aynı çocukla yine karşılaşmışlardı. Bu defa yerde oturmakta olan yaşlı bir kadına su içiriyordu eliyle. Sanki avuçlarının arasında çeşme varmış gibi, yanlardan taşıyordu su. Kırışıklıkların tüm bedenini ele geçirdiği yaşlı kadın kana kana içerken suyu, göz ucuyla geçip gitmekte olan M’nin gözlerine bakıyordu.
Onları da geçtiklerinde, A’nın irkilirken, ani bir şekilde çektiği nefesinin sesi yankılanıyordu ormanda. Ardından yutkunması… M ve V, arkalarını döndüklerinde, çocukların arkalarından geldiklerini gördüler. Onlar durduğunda, çocuklar da duruyordu. Onlar devam ettiklerinde ise; takibe devam ediyorlardı.
Yürümeye devam ettiklerinde, çocukların çoğaldıklarını gördüler. Sanki yüzlerce kısa film, canlıymış gibi yürüdükleri sisli yolun etrafına dizilmişti. Her bir ağacın altında bir başka görüntü vardı. Kiminde kavgaya tutuşan siyahi ve beyaz gencin arasında görülüyordu çocuk. Ellerini kavga edenlerin göğsüne koymuş olmasına rağmen, başlarıyla M, V ve A’yı takip ediyordu. Başka bir görüntüde, koltuk değnekli birini dik merdivenlerden çıkarıyordu çocuk. Gözleri yine yolun üzerindeydi. Bir görüntüde, kendi tabağını sunuyordu kemikleri sayılacak kadar zayıf olan bir başka çocuğa.
Görüntüler çoğaldıkça, onları takip eden çocuklar da çoğalıyordu. Sonunda M koşmaya başlamıştı. V ve A da ona eşlik ettiler. İleride yanmakta olan ateşe varana dek durmadılar.
Ateşin yanına vardıklarında gökyüzünün açık olduğunu ve ormanın arkalarında kaldığını gördüler. Ateşin etrafına dizilmiş sandalyeler dikkatlerini çekmişti.
“Neler oluyor böyle?” dedi A korkuyla.
“Hiçbir fikrim yok,” diye cevapladı V onu. Alnında boncuk boncuk ter aşağıya doğru kayıyordu yüzünden.
M, derin bir iç çekerek sandalyelerden birine yanaştığında, ormanın içinden birinin kendilerine doğru geldiğini farketti. Hızlıca doğrulup gözleri açık halde gelen kişiye baktı. A ve V, onun baktığı yere döndüklerinde, telaşlanmışlardı.
Gelen kişi yaklaştıkça, onların korkusu da artıyordu. Ağır ve sakin adımlarla yaklaştı gelen kişi. M, gelenin şık giyimli bir bay olduğunu görmüştü.
Adam ateşin yanına vardığında, herkesin yüzüne tiksinir gibi baktı ve ardından gülümsedi. Siyah paltosunun önünü açarak çıkardı ve sandalyelerden birinin arkasına astı. Daha sonra, aynı tuhaf tebessümle, oturup sandalyeye, sağ ayağını sol dizinin üstüne attı. Siyah bir gömlek, beyaz bir kravatı vardı. Gece gibi siyah, kıvırcık kısa saçları, siyah ve yuvarlak gözleri vardı. Yüzünün pürüzsüz olduğu, parlamasından belliydi. Küçük burnu, yuvarlak çenesiyle uyumluydu. Yaklaşık otuz yaşlarında biri gibi görünüyordu. Siyah pantolonun altında, siyah, rugan ayakkabısı da parlıyordu gecenin karanlığında.
Ateşin hiddetinden çatlayan odunlar, havaya saçtığı kıvılcımlarla, çatırtı sesleri arasında dans ediyordu. M, A ve V, kendilerine tek tek bakan adamın gözlerine bakıyorlardı dikkatle. Tedirgin ve şaşkınlardı.
“Oturun lütfen,” dedi adam tebessümünü bozmadan.
M, A ve V, adamın konuşmasıyla kendilerine gelmişlerdi. Sırayla birer sandalyeye oturdular. Adam ise, onların tam karşısında oturuyordu.
“Hatırladınız mı?” dedi adam merakla. Gözlerini kısmış ve başını sağa döndürmüştü. Fakat gözleri hala karşısındaki adamları dövüyordu.
“Neyi?” dedi A, yutkunarak.
“Geçerken gördüğünüz görüntüleri. Hatırladınız mı baylar?”
“Hayır,” dedi M, derin derin ve hızlıca nefes alırken.
“Peki siz?” dedi adam V’ye dönerek.
“Sanmıyorum.”
“Ya siz, bayım?“
“Hayır.”
“Şaşırmadım. O gördüklerinizin ortak adı baylar, merhamet. Şimdi hatırladınız mı?”
“Tüm bunlar ne demek oluyor?” dedi M titreyen sesiyle.
Adam parmaklarını iç içe geçirerek, sağ bacağının üstüne koydu ellerini. Yüzünü geldiği ormana doğru çevirerek, kısa bir bekleyişin ardından, ağaçların arasından çıkarak yürüyen birini işaret etti başıyla. M, A ve V, gelen bu kişiye baktılar dikkatle. Yaklaştı, yaklaştı ve sonunda adamın arkasında durdu.
M’nin gözleri yerinden çıkacak gibi açılmıştı. A ve V, farklı değildi ondan.
“P…” dediler hep bir ağızdan belli belirsiz bir ses tonuyla.
“Merhaba,” dedi P, gülümseyerek.
“Hepsi, hepsi bir hataydı P,” dedi M nemli gözlerle.
“Biliyorum Bay M, bu sebeple buradayız.”
“Bu sebeple mi?” dedi A, hala şaşkındı ve korkuyordu.
“Hatalar yüzünden Bay A. Olması gerekenler olmadığında kalpte, olmaması gerekenler çıkar açığa. Bu.. esksikliğidir insanoğlunun ve bu eksiklik.. sonsuza dek hatırlanacak bir ödülün ilkidir sadece.”
“N-ne ödülü?” diye sordu bu defa A.
“Aynaya bakın baylar,” diye araya girdi ilk gelen adam. Başıyla sandalyelerin yanını işaret ediyordu. Üçü de işareti aldıkları anda başlarını eğdiler aşağıya ve sandalyelerin ayaklarına yaslanmış, daha önce orada olmadıklarını yemin edebilecekleri aynaları aldılar.
Aynaya baktıklarında, suretlerinin farklılığıyla şaşırmışlardı. Üçü de birbirlerini görmüşlerdi aynada. Üstelik, gözlerini kapatıp açtıkları her an görüntü değişiyordu. Tek tek bıraktılar aynaları yere. Şaşkınlıkları kat kat artıyordu. Adamın konuşmasıyla irkildiler.
“Üçünüz de farklı kişilersiniz baylar ama ortak yönünüz mermametsizliğiniz. Yüzyıllar boyunca, tekrar doğup duracaksınız. P’yi ve P gibi yüzlerce insanı yok edenler olarak, laneti yaşayacaksınız. Her aynaya baktığınızda, kendinizi değil; birbirinizi göreceksiniz. Bay M, Doktor V’nin gözleriyle yaşayacak, bazen A’nın sarı saçlarıyla. Bazen Doktor M’nin çok sevdiği bir eşya ile yaşayacaksınız ama ne olursa olsun, kulağınızdan o sesler, gözünüzün önünden o görüntüler gitmeyecek. Uzmanlar sizi hasta ve sorunlu biri olarak tanıtacak sevdiklerinize. Her biriniz P’nin acılarını çekeceksiniz, her gün. Her gece sizi, bunu unutmamanız için ziyaret edeceğiz. Uyandığınızda, acınızın hiç dinmemiş olduğunu görerek, uyumamak için dualar edeceksiniz. Nafile… Bu geceyi değil; Bay M’nin P’yi acılarla sarmaş dolaş ettirirken anlattığı, az önce gördüğünüz çocuğun hikayesini unutmak için ilaçlar alacaksınız. O da nafile…”
“Ne zamana kadar bu ceza?” dedi A, ayağa kalkmıştı ve korkuyla bakıyordu. Gözlerinden boşalan yaşlar, tamamen korkunun sebebiydi.
“Sonsuzluk Bay A. Sonsuza dek.”
Ağır ağır ayağa kalkıp sandalyesine attığı paltosunu alarak giydi ve önünü ilikleyerek, donuk gözlerle kendisine bakan A, M ve V’ye baktı.
“Zamanı geldiğinde baylar… Zamanı geldiğinde, sizin gibi olanlara katılın,” dedi adam ve başıyla sağ taraflarında duran alanı gösterdi.
O tarafa döndüklerinde, koca meydana uzanan yolun devasa bir kalabalıkla dolu olduğunu gördüler.
“Onlar kim? Bizim gibi ne demek?” diye atıldı M birden.
“Şu an rüya görenler Bay M. Bu laneti sonsuza dek yaşayacak olanlar,” diye cevapladı adam ve P’ye dönerek;
“Dönelim mi P?” diye sordu.
“Dönelim Bay Eternity.”
Beraberce, muazzam ve göz kamaştıran ışığın oluşturduğu ormana doğru yürüdüler. P bu esnada arkasını dönmüştü.
“Hoşçakalın,” dedi ve önlerini işaret etti.
M, A ve V ayağa kalkmışlar, P’nin işaret ettiği yere, önlerine bakmışlardı. Birer sehpa ve üstünde dumanı tüten birer fincan çay…
“Çayınızı soğutmayın,” dedi P ve gözden kayboldular.