Uzun, sık ağaçların arasında karanlığın diğer adıymış gibi duran bir yapı… Gotik mimarinin belki de son eseri. Bulutlara fırlatılmış bir mızrak gibi duran, gizem ve gerilimi harcında taşıyan kuleler… Renkli oval camlardan dışarı çıkmak için yarışan ışıklar… Bu yapıya bakıldığında görülen ilk izlenimlerdi bunlar. Binanın girişi, devasa boyutta, ellerinde fenerler taşıyan heykellerle donatılmıştı. Kulelerin üstünde ise, büyük kuzgun heykelleri dikkat çekiyordu. Büyük demir kapı, içerideki seslerin dışarı çıkmaması için en büyük muhafızdı. Baykuş sesleri geceyi yırtıyor, uğultular eşliğinde gri bulutlar dolunayla oyun oynuyordu.
Karanlık ağaçların arasından yapıya doğru yürüyen bir ışık vardı. Attığı her adımda, çamurun yarılma sesi duyuluyordu. Yaklaştıkça, ışığın kaynağının, elde tutulan bir gaz lambası olduğu görülüyordu. Başında bambu kamışından şapkası, üstünde bahçıvan tulumu ve ayaklarında, dizine kadar uzanan plastik çizmeler vardı. Ağzında tuttuğu bir saman çöpünü sürekli dişleri arasında götürüp getiriyordu. Dev binaya yaklaştığında, yapının çevresindeki demir korkulukların üstünde bulunan baykuşların kanat sesleri duyuldu. Kapının önünde durup büyük tokmağı olanca gücüyle kapıya vurdu. Bir müddet sonra biri tarafından kapı açılmıştı.
“Hoşgeldiniz, Doktor M,” dedi adam.
İçeri girip dev, ahşap şamdanın aydınlattığı salonu yürüyerek geçti. Yerler koyu renkli mozaiklerle döşenmişti. Duvardaki eski tablolar ve dev kitap rafları dikkat çekiyordu. Duvarları, kandillerle donatılmış, uzun koridoru geçerek, sağ tarafındaki küçük odaya girdi. Elindeki feneri bırakmamıştı hala. Odadaki giysi dolabının kapakları açıldığında, aslında gizli bir kapı olduğu görünüyordu. Dolaptan içeri girerek, karanlık merdivenleri inmeye başladı. Nem ve küf kokusunun ağırlığına, aşağı indikçe artan çığlık sesleri de ekleniyordu. Basamaklar bittiğinde, karşısında duran ahşap kapıyı iteleyerek açtı Doktor M. Geniş salona girdiğinde, yaklaşık on kişinin koşuşturmaca içinde olduğunu gördü ilk olarak. Onu gören herkes başıyla selam veriyordu. Salonu geçip geniş koridora girdi elinde fenerle. Sağ tarafta bulunan odanın girişindeki demir çıkıntısına fenerini asarak içeri girdi. Ahşap bir masa, karşılıklı iki sandalye ve geniş bir çalışma masası vardı odada. Odanın köşesindeki askıdan, beyaz önlüğünü alıp şapkasını çıkardı ve masaya bırakarak odadan çıktı. Koridorda yürürken sondaki odaya doğru, arkasından birinin koştuğunu duyuyordu.
“Doktor M, Doktor M!”
Yavaşça arkasını dönerek, kendisine seslenen kişiye baktı. Donuk gözlerinde, soru soran ifadeler birikmeye başlamıştı.
“Müdür A sizi bekliyor, efendim.”
Gerisin geri adamın yanına doğru yürüdü yavaşça. Kendi odasının karşısında bulunan odanın önünde durup kapıyı tıklattı iki defa. İçeriden gelen ‘gel‘ işaretiyle kapıyı açıp içeri girdi.
Müdür A, kendi masasının başında oturmuştu. Karşısındaki iki koltuktan birinde ise, Doktor V bulunuyordu. Boş koltuğa oturduğunda, ellerini dizine koydu.
“Bir sorun var M,” dedi A endişeli sesiyle. Koltuğundan geriye yaslanmış, ince parmaklarını sapsarı saçlarının arasına geçirerek derin bir nefes almıştı.
“Nedir efendim?”
“Gelişme gösteren bir hasta… Son semptomlar incelendiğinde düzelme görünen bir hasta mevcut.”
“Kim?”
“P.J,” diyerek araya girdi Doktor V. Deniz mavisi gözlerini kısmış, o da tıpkı Müdür A gibi endişeyle bakıyordu.
“B4’te kalan hasta,” dedi M, aynı kişiden bahsedildiğine emin olmak için.
“Evet…”
“Nasıl bir gelişme?”
“Lobotomiden sonra, konuşma ve davranışlarda normallik tespit edildi. Ara sıra kekelemeler ve yavaş konuşma görülüyor…”
“Bu iyi bir şey değil mi efendim?” dedi M, A’ya dönerek.
“Evet, iyi bir şey M ama P’nin konuşmaları bizim için pek iyi sayılmaz.”
“Neler söylüyor?”
A, kapısına doğru başını uzatarak;
“?!”
Kapı açılmıştı ve az önce M’yi çağıran adam belirmişti girişte.
“Evet, efendim?”
“P.J’yi getirin buraya.”
“Elbette efendim.”
A tekrar arkasına yaslandığında, dışarıdan gelen çığlık seslerinin biraz olsun azalmasını ümit ediyordu.
Biraz sonra Müdür A’nın kapısı tıklatılmıştı ve I, koluna girdiği P.J’yi getirmişti. Sarı saçlarını sürekli çekiyordu P. Mavi gözleri yere kenetlenmişti ve diğer eli sürekli karnını kaşıyordu.
“P?” dedi Müdür A, dirseklerini masaya dayamıştı.
P başını yerden kaldırıp A’nın gözlerine dikti gözlerini.
“Nasıl hissediyorsun kendini?”
“Çığlıklar efendi A. Sürekli kulaklarımda onlar ve doktorlar sürekli dövüyor bizleri.”
“Sen nasılsın P? Boşver doktorları…”
“Ben… Ben iyiyim, iyiyim. İyiyim ben.”
“Seni başka bir hastaneye göndermeyi düşünüyoruz P.”
“Yine kesecekler mi beni?”
“Seni kimse kesmedi ki P.”
“Hayır! Doktor M ve Doktor…” bu esnada duraklamıştı P. Yüzünü doktor V’ye çevirerek devam etti.
“Adınız neydi Doktor?”
“J.”
“Hayır! J değil. V. Evet, Doktor M ve Doktor V tırnaklarımı çektiler. Çok acıdı efendi A ve sıcak bir demirle sıkıştırdılar başımı. O da çok acıdı.”
“Onlar birer rüyaydı P.”
“Hayır! Bak…” P ellerini uzatmış, kırmızı etin bulunduğu parmaklarını gösteriyordu.
“Tamam P, sen dışarıda bekle.”
I, P’nin koluna girip dışarı çıkarmıştı. A sinirle masaya vurdu.
“Burada yapılanlar, dışarı çıkmamalı. Bizim asıl amacımız, hastaları tamamen direktiflere uyan robotlar haline getirmekti. Üstelik tüm finansmanı karşılayan Bay U, düzelme eğilimini kesinlikle kabul etmeyeceğini, sadece itaatkar köleler yaratmamızı söyledi.”
“Pek başarısız olmadık,” dedi V. “Sekiz yıl içinde bize gönderilen yaklaşık dört bin hastanın binden fazlasını aynen istediği şekilde ona gönderdik.”
“P iyileşmek üzere. İlk geldiğinde konuşamıyor ve yürümekte zorlanıyordu. Lobotomiden sonra her şey değişti. P düzelir ve dışarı çıkarırsak onu… Hepimiz tarihin en kanlı manyakları olarak tarihe geçeriz.”
“Belki de dahiler olarak…”
“Burada hastalara elektrik verdik, uzuvlarını kestik, beyinlerini açtık, işkence ettik! Kimse beni ve ya seni ya da sizi Müdür A; dahi olarak hatırlamayacaktır,” diyerek karşı çıktı Doktor M.
“Ne yapılmalı?” dedi Müdür A.
“Uyutulmalı efendim.”
A kafasını onaylarcasına salladı. Ardından tekrar I’ya seslendi.
“I, dört bardak çay getir bize ve laboratuvara giderek batrakotoksin kapsülünü istediğimi söyle. Ardından P’yi getir buraya.”
Bu esnada masasındaki kağıda bir şeyler yazıp imzalıyordu.
“Al şunu, sorun çıkarırlarsa bunu ver.”
I, kağıdı alarak, başını sallayıp kapıyı kapattı tekrar. Bir müddet sonra bir tepsi içinde dört çay ve kapsülü getirmişti. A kapsülün kapağını açarak, çay bardaklarından birine damlattı. Ardından bardağı M ve V’nin masasına koydu. Herkes kendi çayını önüne almıştı. P’nin içeri girmesiyle gülümsedi A.
“P, seni buradan çıkaracağız. Kimse kesemeyecek seni. Çayını iç ve sonra seni gönderelim.”
“Dışarı… Dışarı çıkacağım. Doktor M bana bir çocuk hikayesi anlatmıştı. O çocuğu bulacağım efendi A.“
“Çok güzel. Öyle yap P ama önce otur karşıma ve çayını iç.”
P, I’nın yardımıyla duvar dibindeki sandalyeye oturmuştu.
“O çocuğu bulacağım efendi A. Ona soracağım şeyler var.”
P, kendi saçını okşuyor ve mavi gözlerinde muazzam bir ışıkla gülümsüyordu.
“Çayını iç P.”
“O çocuk yaşıyor mu Doktor M?”
“Hıhı, yaşıyor.”
“Çayını iç P!”
“Çocuk dünyayı anlatacak bana Doktor V.”
“Çayın soğuyor P.”
“Çayını soğutma P.”
“İç şu çayı P!”
“Soğutma P.”
“O çocuk, efendi A, o çocuk merhameti öğretecek herkese. Öyle dedi Doktor M.”
“Çayın soğuyor P!“