Kategoriler
sandık

Bay Z | Bölüm 3

Sarı toprağın ele geçirdiği sokaklarda, esen rüzgarla havaya savrulan toz, görüşü imkansız kılıyordu. Savrulan gazete parçalarının hışırtıları ve bitik bira şişesinin yuvarlanırken çıkardığı ses, rüzgarla düet yapıyordu. Sokaklarla tezat olan tarlalar, güneşin tohumlarını rahminde topluyor ve yeşilin tonlarını yansıtıyordu çevreye. Dağlar, gökyüzüne ellerini uzatmak ister gibi uzanıyordu çaresizce. Dağ başlarının hırçınlığı, tepesinde birikmiş olan karlardan belli oluyordu. Toprak yolun iki tarafında da belirli bir simetriyle yapılmış tek katlı evler vardı. Duvarları meşe kerestesinden, Çatıları ise karışık bir şekilde dizilmiş alüminyum sactan yapılmıştı. İki evin arasına gerilen iplerde yıkanmış ve kurumaya bırakılmış elbiseler göze çarpıyordu bazen. Bir evin kapısındaki eşikte, esmer tenli, şişman bir kadın oturmuş, kocaman göğsü dışarıdayken bebeğini emziriyordu. Sokaklarda ise, sırtlarında, nehirlerde yakaladıkları turnaların dizili olduğu uzun kalaslarıyla yürüyenlere rastlamak mümkündü. Yüzlerindeki kırmızı boyalar, bu bölgenin yerlileri olduklarının göstergesiydi. Alt tabaka böyle devam ettirirken hayatını, zengin kesim eğlenceyi arıyordu, eğlenmenin en zor olduğu yerde.

İşte bu karma dünyanın en iç kesimlerine girildiği vakit, derinlerden gelen bir ses duyuluyordu. Haki yeşil pantolon, gri, çapraz askılı atlet ve gözlerinde güneş gözlükleriyle geniş bir yapının önünde bekliyordu iki kişi. Yapıdan içeri girildiğinde, yaklaşık onbeş-yirmi basamaklık bir merdivenle aşağı inilirdi ve son basamaktan sonra görülen ilk şey, tavana kadar uzanan parlak bir demir ve etrafında ağır ağır dans eden geniş kalçalı, üstsüz, çikolata tenli kadınlar… Hoparlörden duyulan şarkılar ağırlıklı olarak R&B idi ve barın içi tıklım tıklım doluydu.

Ellerinde ahşap tepsiler bulunan esmer garson kadınlar duvar diplerine dizilmiş, karşılıklı koltuklar arasında duran masalara servis yapmakla meşguldü. Kimi masalarda öpüşenler, kimilerinde sevişenlere rastlamak mümkündü. Sızmış olanlar birkaç koruma tarafından dışarı atılıyor, sarhoşlar özellikle zengin çocukları eğlendirmek için barın arkasına götürülerek uygun bir ücrete dövdürülüyordu.

Barın solunda bulunan kapıdan girildiğinde, inilti ve çığlık sesleri, dev hoparlörleri bastırıyordu bazen. Sağ tarafında bulunan kapı ise, bir mahzene açılıyordu. Mahzende ilerlendiği zaman, karanlığın içinden bir yılan gibi süzülen ışık fark ediliyordu. O kapıdan geçildiği zaman ise, mini bir kumarhane karşılıyordu gelenleri. Gri dumanın ele geçirdiği büyük odada bazen kahkahalar, bazen ağız dolusu küfürler, bazense, hiddetle masayı yumruklayanların tehditleri duyuluyordu.

Başında bambu kamışından yapılma şapkasıyla, dört numaralı masada oturan adamdaydı sıra. Elini yumrum yapıp parmaklarının ikinci boğumunun kemiklerini vurdu masaya. Masanın ortasına itilen bir çift kağıt ve ardından bir çift daha… Adam önünde bulunan fişlerin yarısını öne doğru iteledi ve başını hiç kaldırmadı kağıdından. Karşısındaki kel, sivri burunlu adam ise, fişlerinin tamamını öne sürerek bekledi sadece. Sıra bambulu adamdaydı yine. O da hepsini sürdü fişlerinin ve eller açıldı. Kel adamın iki adet dokuzu, iki adet valesi ve bir adet papazı vardı. Bambulunun dört ası ve bir papazı vardı. Bir müddet kıpırdamadan bekledi bambu şapkalı adam. Sakinlikle masanın ortasına yığılan fişleri kendi önüne çekti ve başını kaldırarak:

“Bugünlük bu kadar yeter beyler!” dedi ve şapkasının ucunu, işaret ile baş parmağı arasına alıp hafifçe aşağı yukarı çekerek selam verdi. Onun kalkmasıyla, ayakta duran adamlardan biri hızlıca gelerek fişleri bir el çantasına koyup arkasından gitti. Bara girdiğinde, ilk başta sesin şiddetinden rahatsız olmuş ama bir süre sonra alışmıştı. Duvar dibindeki boş masalardan birine oturduğunda, masanın çevresinde ayakta dikilen ve çevreyi izleyen adamlar belirdi. Eliyle bir yere işaret ettiğinde, birkaç kadın irkilerek ama bir yandan da kıkırdayarak yanına geldiler. Birini sağına, diğerini soluna alarak, garson kızlardan birin masayı içkiyle doldurmasını söyledi.

Arkaya taranmış saçı ve kısacıl kesilmiş sakalıyla içeri girdi adam. Gözündeki gözlüğü çıkarıp başının üstüne yerleştirdi ve ağır adımlarla barın meydanına doğru yürüdü. Tıpkı kapıdakiler gibi giyinmişti. Bambu şapkalı adamın yanına kadar giderek mesafe bırakıp durdu. Bambu şapkalı adamın onayını alan masanın etrafındaki adamlardan biri gelerek, kısa bir arama yaptı ve adam masaya oturdu. Elini koltuklardan birinin sırt kısmına atarken gülümsedi sinsice.

“Hiç değişmemişsin”, diye bağırdı, çünkü sesi ancak böyle duyulabilirdi.

“Hiç!” diyerek, kısa bir cevap verdi bambu şapkalı adam.

“Değişmeli…”

“Neydi şu aptal adamın adı? Hani değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir diyen… Ha?”

“Nereden bileyim ben!” der gibi dudaklarını büzdü bara yeni gelen adam.

“Heh! İşte onun canı cehenneme! Senelerdir değişmeyen olarak duran tek şey benim. Aynalar bile değişti ama ben o aynalarda hep aynı kaldım, anlıyor musun? Duyduklarım aynı şeyler… Değişmedi, değişmeyecek.”

“Her neyse… Seninle bunu konuşmaya gelmedim. H. seninle görüşmek istiyor.”

“Lanet olsun, hiçbir şey anlamıyorum! Dışarı çıkalım, ha?”

Kadınları yollarken yanından, ağır ağır ayağa kalktı ve barın çıkışına doğru yürüdü. Merdivenleri çıkarken, arkasından bara yeni gelen adam ve kendi adamları takip ediyordu. Kapının önünde beyaz Land Rover arazi jipi bekliyordu. Kapısının açılmasıyla bambu şapkalı adam bindi, yanına da diğer adam. Araç hareket ettiğinde bambulu dönerek, uzun saçlı adama dikti gözlerini. Bu, ‘konuş’ direktifinden başka bir şey değildi.

“H, seninle görüşmek istiyor.”

“Ne görüşecekmiş benimle?”

“Nakliyatlarla ilgili daha az maliyetli bir planı varmış.”

“Karşılığında ortaklık mı istiyor?”

“İstediği şeyi bilmiyorum ama verdiği…. bu.”

“Git, ona söyle S. İstediği işi yapsın ama karşıma çıkarsa, botumu kirletmemek için onu adamlarıma ezdiririm. Anlıyor musun beni?”

S cevap vermemişti. Bambu şapkalı adam kahverengi, yazlık ceketinin cebinden çıkardığı kutusunu salladı ve avucuna bir adet elips şeklinde mavi bir hap alarak ağzına attı. Su içmeye gerek duymadan yutkundu ve S’ye döndü tekrar. Bu arada araç, bambu şapkalı adamın şoför koltuğuna vurmasıyla durmuştu.

“Anlıyor musun beni S?”

“Anlıyorum. Söylerim. Tekrar görüşelim, arayı soğutma A.”

Bambu şapkalı adam uzaklara dalmıştı. Alnı çatılmış ve gözleri kamaşıyordu. Senelerdir duyduğu ses yeniden kulaklarında çınlıyordu. Bilinçaltından çıkarmamak için mümkün olduğunca çabaladı ama bu defa hapsedildiği yerden bir gayzer gibi yeryüzüne fışkırmıştı. Gözleri açık ve hayatında ilk defa gördüğü bir şeye bakıyor gibiydi. Nefesi kesilecek gibi oluyordu, yutkundu, sesi duymaya devam etti. Art arda ve en derinden gelen sesi…

“Arayı soğutma A.”

“Çayını soğutma P.”