Bir şey söyleyeceğim. Hani satana, satılmayana ilahi döşeyen scream vokalin her beyne döşemesi de gerekmez.
Bazen kapımız büyük bir gürültüyle kapanır, duymayız. Hayatımızdan kimin ya da kimlerin çıkıp gittiğinin farkında bile olmayız. Evet, hayat, içinden çıkıp gidilebilen bir şeydir. Benimki, seninki, Nietzsche’ninki ve Frederic Mercury’ninki dahil. Her hayattan çıkılabilir ama çıktığımız hayata geri dönemeyiz asla. Kapıyı çarpıp çıkan kişi, aslında çarptığı kapıyı da yanında götürür çoğunlukla. Hayatımızdan birinin çıkıp gitmesi, kapısız bırakır bizi. Açıkta kalırız. Artık herkes elini kolunu sallaya sallaya girebilir içeri. İşi olmayan da girebilir. Sevmeyen, ruhunu bir kelepçe gibi kullanıp seni kendine zimmetleyen, sigara içerken külünü kül tablasına silkelemeyen, radyonun sesini kısıp yalnızca anteniyle yetinen, frekansı karıştıran… Herkes girebilir içeri. Herkes sızabilir ruhuna ve yeni bir rüya gördüğünde çalacak kapı bulamazsın düşlere kaymak için. Oysa kapını çalan herkes, kendi kapısını da getirmiştir yanında. Kendi kapısını çalmıştır aslında. Getirmeyenin yeri yoktur. Bunu yüzünüze karşı ve üşenmeden tam 4 kez üst üste söylüyorum. Neden 4? Çünkü 4’ten başka rakam tanımıyorum! 1 lanetlidir. Yalnızlıktan başka bir şey çağrıştırmaz. Oysa tamamen yalnız olan ‘yok’tur aslında. Çünkü var olduğunu kanıtlayabilecek hiç kimse bulunmaz etrafında. 2 çengellidir. Savurabilir ya da yakana takılıp yukarıya, boşluğa doğru kaldırabilir seni. Boşluk dolar sen içinde olunca. Yanıltır 2. Aldatır ve boşluğu anlamsız kılacak kadar zararlıdır. 3 ise kutsaldır. Oysa çok eskiden 1600’lerin ortalarındayken daha, anlamıştım hayatta ‘kutsal’ diye bir şey olmadığını. Kutsal saydıklarımın hepsi öldü bir kere! Kafka, Gustav Klimt, Kurt Cobain ve Yavuz Çetin. Sırayla ya da karışık bir sıralamayla, hepsi öldü. Ve 3’ü kaldırdım sayı doğrusundan. Artık bütün işlemleri 3’süz yapıyorum. Sonuç hep doğru çıkıyor! O yüzden yüzünüze karşı ve 4 kez üst üste söylüyorum bunu. Açık açık söylüyorum: Kapınızı çalan herkes, kendi kapısını da getirmiştir yanında ve çaldığı kapı kendisinindir aslında. Gelelim 5’e… Bence gelinmeyecek tek rakamdır 5. Gelinirse de geç gelinir genellikle. 5’e erken gelmek ve 5’i geç terk etmek imkansızdır. Sığınılamayan, sadece içine sıkışan bir rakamdır 5. Bunu çok içtiğim bir gece, Friedrich Dürrenmatt fısıldadı kulağıma. Odamda müzik setiyle halının kıvrım yaptığı yerin arasına uzanmış, yatıyordu. Öyle patavatsız atmıştı ki kendisini odamın ortasına, yerdeki düş macunları etrafı rezil etmiş, kan tüplerinden biri kırılmış, enjektörün ucu eğrilmiş ve tam Dürrenmatt’ın koltuk altı hizasındaki sırça kutunun içindeki düşler darmadağın olmuştu. Sinirlenip avazım çıktığı bağırdığımı hatırlıyorum: “Düş koleksiyonumu mahvettin ihtiyar bunak! Rezil Herif”! Umursamadı beni. Kalkmadı. Kılını bile kıpırdatmadı. Hala aynı pozisyonda yayılmış yatıyor odamın ortasında. Ben her su içmek istediğimde, mutfağa gidişimde ya da CD’yi değiştireyim dediğimde, mecburen üstünden atlıyorum. Dürrenmatt’ı seviyorum, o ayrı ama ona inanmıyorum. Ne 5’e, ne 6’ya, ne de benim düşlerim ve düşüncelerim dahil hiçbir düş ve düşünceye inanmıyorum. Sadece biriktiriyorum onları. İnanmam mümkün değil. Çünkü her inanç, kör inançtır.
Şahsi fikrimdir, şahsım gibi fikrim de kolpadır. Tırt bir insanım; odamın, hayatımın 4 köşesine çarptırırsanız tilt edersiniz. Bakımsız, rakımsız, her daim deniz seviyesinde martı pisliği avuçlayan biriyim. Gel de yalnız kalma, git de yalnız kalma… Gel de gözyaşlarımdan dokunmuş denizin git-gel’lerinde yalnız başına boğulma. Tümevarımcıyım. Vardığım, varacağım yer benden iyi olmayacaktır. Bu hepi topu bir okuma parçasıdır. Bütün olmayan, bütün olamayan her yapboz parçası gibi anlamsızdır. Ana tema bulunmaz. Olsa da umursanmaz.